Sanırım her tür birlikteliğin başlangıcında, aşkın büyüsüyle, olumsuz yanlar ya görülmüyor, ya da görmezden geliniyor veya gizleniliyor tüm olumsuzluklar büyük ustalıkla. Bir perde aslında aşk gözlerde, evlilik bitiriyor aşkı, ömrü birkaç yıl deniliyor ya sıkça. Değil aslında. Evlilik değil aşkı bitiren. Rahatlıyor kişiler evlenince, bırakıyorlar kendilerini ve o özenle gizledikleri gerçek kişiliklerini çıkartıyorlar ortaya birer birer. Ve ortaya çıkan, sergilenenler de, o güne dek oluşundaki gibi, istenilen doğrultuda olmayışından, o güzellikler yok oluyor birer birer, büyü bozuluyor. Bazen de değişmiyor kişi aslında, dedim ya aşk bir perde gözlerde diye. Aşkın, özlenenlerin büyüsüyle, perdeye yansıyanlar aynı ışığın gerçeği daha büyük yansıtması gibi perde üstüne, gözlerimize yüreğimize, o kişiyi, ondaki değerleri olduğundan fazla yansıtıyor, daha büyük yansıtıyor kendisini tüm yönleriyle ve biz de daha farklı daha değerli algılıyoruz. Bazen olmayanları bile var görüyoruz ışığın yanıltışıyla. Işık sönüyor gölgeler yok oluyor, yanılsamalarla birlikte, baş başa, karşı karşıya kalıyoruz gerçekle. İşte o noktada anlayıp yanılgımızı yıkılıyor, fark ediveriyoruz aşkın bittiğini ki belki de yoktu bile aşk denen şey. Bazen de özlemlerimizi giydiriyor, ete kemiğe büründürüp, olmayanı var sayarak avutuyoruz kendimizi!
O perde kalktığında görünenler halâ aynıysa, ya da o süreçte kişisel özellikler sevilesiyse, bitse de aşk, yerini sevgiye terk ediyor sessizce, biz halâ aşk da desek adına.
Ya da alışkanlık oluyor o birliktelik süreç içerisinde veya her şeye rağmen vazgeçememek bir şeylerden, belki de, kaybedileceklerin kaygısıyla sürdürmek o birlikteliği yeni kararlarla.
Bu defa değiştirme çabaları umutlanarak ve bekleyerek, o isteğimiz doğrultusundaki o büyük değişimi. Yeni bir insan yaratmak, var olandan farklı olmaya zorlamak isteğimizce karşımızdakini ve hiç mi hiç dönüp bakmamak kendimize, hesaplaşıp yargılamamak kendimizi bu süreçte. Hep aynıydık, halâ aynıyız ve hiçbir kusurumuz olmaksızın mükemmeliz yanılgısıyla. Lâkin, karşımızdaki de aynı endişe ve çabalar içinde oluşundan, başlıyor tartışmalar, hakimiyet savaşları ve sadece karşımızdakinde değişimler bekleyerek, kendimizden hiç ödün vermesiz.
Bazen de görülüp biliniyor tüm gerçekler tüm çıplaklığıyla; bir görsel beğeni, ya da bir şeylerin hesabı, çıkarıyla ben bunu değiştiririm diye çıkılıyor yola en büyük yanılgıyla. Özlenen, beklenen değişimin asla ve asla olamayacağının bilinçsizliğiyle. Ya da o kişi, ulaşılası savaşıma değer nitelikteyse, öyle görülüyorsa ya da, niye kendimi değiştirmeye çalışmakla başlamıyorum bu sürece diye sorgulamasız.
Ve de sahip olma çabaları hayatımızdaki kişiye, hatta soluk aldırmasız, hayatının tam orta yerinde ve her yerinde olma isteği. Ayırdına varamamak, bağlı olmakla, bağımlı olmanın çok farklı şeyler olduğunun ve aynı şey zannetmek yanılgısında olduğumuzun. Aymazlığımız ve de, hiçbir şeye, ama hiçbir şeye bütünüyle sahip olamayacağımızın.
Sonra da frenlenemez ıklamalar yaşam boyu, kaybetmekten korkarak daha bir sarılma, daha bir sahiplenmeler, bunaltmalar karşısındakini. Sonuçta da tam tersi sonuca ulaşmalar; sıktıkça kaçmalar, bağlamaya çalıştıkça kopmalar, sahiplendikçe kaybetmeler ve kaçınılmaz son!
Galiba; özgürlük, sahip olmak, ait, bağımlı ve de bağlı olmak sözcüklerinin anlamını, ardından gerçekten ne istediğimizi ve beklediğimizi, sonrasında da ilişkilerle birlikte, öncelikle de kendimizi, tekrar tekrar sorgulayıp, sağlıklı düşünemedikçe, bu hataya hep düşeceğiz!
leyla teyze